Skip to content

En Kötü Anime Uyarlamaları: Top 10

Başlıklar

Hepimiz sevdiğimiz bir manganın o büyülü dünyasının hareketli karelere, yani animeye dönüşeceği haberini aldığımızda içimizde bir heyecan filizlendiğini biliriz. O unutulmaz karakterleri sesleriyle duymak, o nefes kesen sahneleri renkli ve hareketli görmek için sabırsızlanırız. Elbette bu heyecanlı bekleyişin, Fullmetal Alchemist: Brotherhood gibi efsanevi uyarlamalarla karşılığını bulduğu ve kaynak esere olan sevgimizi perçinlediği o güzel anlar da vardır. Ancak ne yazık ki, madalyonun bir de diğer yüzü var: Büyük umutlarla beklenen bazı anime uyarlamaları, kaynak materyalin ruhunu yakalamakta, hikayesini doğru aktarmakta veya teknik anlamda beklentileri karşılamakta sınıfta kalabiliyor. İşte bu durumlar, biz anime ve manga severler için gerçek bir hayal kırıklığına dönüşebiliyor.

Bu yazıda, tam da bu hayal kırıklıklarına odaklanacağız. Sizler için, orijinal mangası büyük beğeni toplamış olmasına rağmen anime uyarlamasıyla “keşke hiç yapılmasaydı” dedirten, “gerçek fiyasko” olarak nitelendirilebilecek yapımları bir araya getirdik. Listemizi oluştururken animasyon kalitesindeki bariz düşüşlerden hikayenin aceleye getirilmesine, önemli karakterlerin harcanmasından kaynak eserin atmosferinin tamamen kaybolmasına kadar pek çok farklı “başarısızlık” kriterini göz önünde bulundurduk. Elbette, “en kötü” kavramının kişiden kişiye değişebileceğinin farkındayız; ancak burada sıralayacağımız seriler, genel olarak anime topluluklarında yaygın eleştirilere maruz kalmış ve “kötü uyarlama” damgasını yemiş yapımlar olacak.

Şimdi sizleri, “En Kötü Anime Uyarlamaları” başlığı altında derlediğimiz 10 serilik ana listemize ve ardından sunacağımız, genel olarak başarılı bulunsalar da belirli açılardan önemli eleştiriler almış iki bonus serimize göz atmaya davet ediyoruz. Gelin, hangi yapımların neden beklentilerin altında kaldığını birlikte inceleyelim ve belki de sizin aklınızdaki “keşke farklı olsaydı” dediğiniz uyarlamaları da hatırlayalım. Hazırsanız, başlayalım!

The Promised Neverland: Kayıp Bir Potansiyel ve Aceleye Getirilmiş Bir İkinci Sezon

Promised Neverland Manga vs. Anime

Kaiu Shirai’nin yazdığı ve Psouka Demiu’nun çizdiği The Promised Neverland mangası, Grace Field House yetimhanesindeki zeki çocukları konu alır. Emma, Norman ve Ray, bu yetimhanede mutlu yaşadıklarını sanmaktadır. Ancak bir gün yetimhanenin karanlık sırrını ve acı gerçeği öğrenirler. Bunun üzerine hayatlarını değiştirecek bir kaçış planı yaparlar. Manga, başından itibaren okuyucuyu saran gerilim dolu bir atmosfere sahiptir. Zekice kurgulanmış olay örgüsü, şaşırtıcı gelişmeler ve karakterlerin psikolojik derinliği sayesinde kısa sürede geniş bir okur kitlesine ulaştı ve büyük beğeni topladı. Nitekim pek çok eleştirmen ve okuyucu tarafından son yılların öne çıkan yapımlarından biri olarak gösterilmektedir.

Anime uyarlamasının ilk sezonu, manganın bu güçlü yanlarını büyük ölçüde yansıtıyordu. Bu nedenle oldukça başarılı bir iş çıkardığını söyleyebilirim. Atmosfer, karakter tasarımları ve hikayeye sadakat konusunda genel olarak olumlu yorumlar almıştı. Ne yazık ki ikinci sezon için aynı şeyleri söylemek pek mümkün değil. İkinci sezon, manganın en sevilen ve kritik öneme sahip birçok bölümünü atladı. Özellikle Goldy Pond gibi çok önemli bir ark ya tamamen çıkarıldı ya da üstünkörü geçildi. Bu tercihlerle hikaye inanılmaz bir hızla sonlandırılmaya çalışıldı. Sonuç olarak, karakter gelişimleri yarım kaldı, olaylar arasındaki bağlar koptu ve manganın sunduğu o zengin dünya tam anlamıyla yansıtılamadı.

Manga okurları için ikinci sezon, adeta orijinal hikayenin aceleye getirilmiş bir özeti gibiydi. Pek çok soru işareti de maalesef cevapsız kaldı. Manganın o incelikli planları, karakterlerin karşılaştığı derin zorlukları ve evrenin etkileyici genişliğini hissetmeyi bekliyorduk. İşte tüm bu nedenlerle, The Promised Neverland animesinin ikinci sezonu, listemizde potansiyeli yüksek bir işin yanlış tercihlerle nasıl heba edilebileceğinin ve büyük bir hayal kırıklığına dönüşebileceğinin acı bir örneği olarak yer alıyor

Berserk: Efsanevi Manganın Ruhunu Yansıtamayan CGI Trajedisi

Berserk Manga vs Anime

Kentarou Miura’nın hayatını adadığı Berserk mangası, karanlık fantezi türünün zirve noktalarından biri olarak kabul edilir. Eser, acımasız bir dünyada hayatta kalma mücadelesi veren Guts’ın, onun karmaşık ilişkiler yaşadığı Griffith ve Casca gibi unutulmaz karakterlerin etrafında şekillenir. Manganın bu denli övülmesinin temel nedenleri arasında Miura’nın nefes kesen detaylara sahip çizimleri, derinlemesine işlenmiş karakter psikolojileri, kader, özgür irade, insanlık ve travma gibi ağır temaları cesurca ele alması yatar. Özellikle Golden Age arkı, pek çok okuyucu ve eleştirmen tarafından bir başyapıt olarak nitelendirilir. Berserk, sadece bir manga değil, adeta karanlık bir sanat eseri gibidir.

Berserk’in anime uyarlamaları söz konusu olduğunda ise karşımıza karışık bir tablo çıkar. 1997 yapımı anime serisi, Golden Age arkını oldukça başarılı bir şekilde işlemiş, manganın atmosferini ve hikayesini kısıtlı imkanlara rağmen iyi yansıtmıştır. Ancak bu uyarlama, hikayenin sadece bir kısmını anlatır ve önemli bir noktada sona erer. Asıl büyük hayal kırıklığı ise 2016 ve 2017 yıllarında yayınlanan devam serileriyle yaşanmıştır. Bu yeni adaptasyonlar, manganın Golden Age sonrası dönemini anlatma iddiasındaydı. Fakat kullanılan kötü ve ruhsuz CGI animasyonlar, karakterlerin ve dünyanın o ikonik görünümünü yansıtmaktan çok uzaktı. Miura’nın detaylı çizimlerinin yerini kaba modellemeler ve garip hareketler almıştı.

Bu yeni serideki sorunlar sadece animasyonla da sınırlı değildi. Yönetmenlik tercihleri, sahne geçişleri ve özellikle de Guts’ın kılıcı için kullanılan “clang” gibi rahatsız edici ses efektleri, izleme deneyimini daha da olumsuz etkiledi. Manganın o karanlık, yoğun ve epik atmosferi bu uyarlamada neredeyse tamamen kaybolmuştu. Hikaye anlatımındaki acelecilik ve bazı önemli anların yeterince işlenmemesi de cabasıydı. Sonuç olarak, Berserk’in 2016/2017 anime uyarlamaları, böylesine kült bir esere yakışmayan, hayranları derinden üzen ve “kötü anime uyarlaması” dediğinde akla ilk gelen örneklerden biri olarak listemizde yer alıyor.

Tokyo Ghoul: Kaynak Materyalden Uzaklaşan ve Hayranları Üzen Bir Uyarlama Serüveni

Tokyo Ghoul anime vs. manga

Sui Ishida tarafından yazılıp çizilen Tokyo Ghoul mangası, modern Tokyo’da insan etiyle beslenen “ghoul”ların ve onlarla savaşan GCC (Ghoul Countermeasures Commission) dedektiflerinin karanlık dünyasını anlatır. Hikaye, sıradan bir üniversite öğrencisi olan Kaneki Ken’in trajik bir olay sonucu yarı insan yarı ghoul bir varlığa dönüşmesiyle başlar. Manga, Kaneki’nin bu yeni ve acımasız kimliğiyle mücadelesini, aidiyet arayışını, ahlaki ikilemlerini ve insanlarla ghoullar arasındaki karmaşık ilişkileri derinlemesine işler. Sui Ishida’nın kendine has, yer yer rahatsız edici çizim stili, karakterlerin yaşadığı psikolojik gerilimi ve dünyanın acımasızlığını mükemmel bir şekilde yansıtır. Bu özellikleriyle Tokyo Ghoul, kısa sürede geniş bir hayran kitlesi edinmiştir.

Anime uyarlamasına gelince, Studio Pierrot tarafından yapılan ilk sezon, manganın başlangıç kısımlarını genel olarak sadık bir şekilde ve atmosferi koruyarak aktarmayı başardı. Bazı sansürlemeler ve hızlandırmalar olsa da pek çok izleyici için iyi bir giriş niteliğindeydi. Ancak sorunlar, özellikle ikinci sezon olan Tokyo Ghoul √A ile belirginleşmeye başladı. √A, manganın hikayesinden önemli ölçüde sapan, animeye özgü bir senaryo izledi. Bu durum, manganın önemli karakter gelişimlerini ve olay örgülerini dışarıda bırakarak hem manga okurlarını hem de sadece animeyi takip edenleri kafa karışıklığına itti.

Asıl büyük hayal kırıkları ise manganın devam serisi olan Tokyo Ghoul:re’nin anime uyarlamasıyla yaşandı. Tokyo Ghoul:re animesi, kaynak materyalin devasa içeriğini çok az sayıda bölüme sığdırmaya çalışarak inanılmaz derecede aceleye getirilmiş bir anlatım sundu. Karakterlerin motivasyonları, hikayenin kilit noktaları ve manganın o karmaşık olay örgüsü anlaşılmaz hale geldi. Animasyon kalitesindeki düşüşler ve önemli sahnelerin etkisiz bir şekilde sunulması da eleştirileri arttırdı. Sonuç olarak Tokyo Ghoul anime serisi, özellikle √A ve :re uyarlamalarıyla, zengin ve derin bir hikayenin potansiyelini acelecilik ve yanlış adaptasyon tercihleriyle nasıl harcayabileceğinin bariz bir örneği olarak listemizde yer alıyor.

Junji Ito Collection: Korku Ustasının Dehşetini Ekrana Yansıtamayan Bir Antoloji

Junji Ito Collection anime vs. manga

Japon korku mangasının yaşayan efsanelerinden biri olan Junji Ito, kendine has çizim tarzı, rahatsız edici atmosferi ve okuyucu derinden sarsan hikayeleriyle tanınır. Eserlerinde genellikle vücut korkusu, bilinmezlikten duyulan dehşet ve kozmik unsurları ustaca bir araya getirir. Ito’nun manga panelleri, sadece korkunç olmakla kalmaz, aynı zamanda sanatsal bir detay ve hayal gücü içerir. Tomie, Souichi, Uzumaki ve sayısız unutulmaz kısa hikayesiyle, korku türünde adeta kendi başına bir ekoldür. Yarattığı tedirgin edici dünya ve karakterler, okuyucunun zihnine kazanır.

Bu denli güçlü bir kaynak materyale sahip olan Junji Ito’nun eserlerinin animeye uyarlanacağı duyurulduğunda, özellikle 2018’de yayınlanan Jujji Ito Collection anime serisi için beklentiler doğal olarak çok yüksekti. Ancak ne yazık ki Studio Deen tarafından hazırlanan bu antoloji serisi, genel olarak büyük bir hayal kırıklığı yarattı. En temel ve en çok eleştirilen nokta, animenin Junji Ito’nun o benzersiz ve detaylı çizim stilini, rahatsız edici atmosferini ve panellerindeki dehşet duygusunu ekrana taşıyamamasıydı. Karakter çizimleri ve genel görsellik, manganın sanatsal derinliğinden ve ürkütücülüğünden çok uzaktı.

Animasyon kalitesindeki yetersizlik, sahnelerdeki durağanlık ve yönetmelik tercihleri de eleştirilerin odağındaydı. Bazı hikayelerin anlatım hızı iyi ayarlanmamış, bu da manganın yarattığı gerilimi ve çarpıcılığı azaltmıştı. Hangi hikayelerin seçildiği ve nasıl uyarlandığı konusunda da tartışmalar yaşandı; bazı ikonik hikayeler ya hiç yer almadı ya da beklentilerin altında bir sunumla geçiştirildi. Sonuç olarak Junji Ito Collection, korku ustasının eserlerine layık bir uyarlama olmaktan uzak kalarak hem eleştirmenlerden hem de hayranlardan olumsuz yorumlar aldı ve bu listeye girmeyi “hak etti”.

Ex-Arm: Anime Dünyasının Unutulmaz CGI Kabuslarından Biri

Ex-Arm rezalet CGI

HiRock’un yazdığı ve Shinya Komi’nin çizdiği Ex-Arm mangası, okuyucularına bilim kurgu ve aksiyon dolu bir dünya sunar. Hikaye, 2030 yılında, beyni çıkarılarak “Ex-Arm” adı verilen son derece gelişmiş bir silaha dönüştürülen lise öğrencisi Akira Natsume’nin etrafında şekillenir. Akira, bu yeni ve tehlikeli formunda, polis memuru Minami Uezono ve onun Android ortağı Alma ile Ex-Arm teknolojisini kullanan suçlulara karşı mücadele eder. Manga, kendi hayran kitlesine sahip, belirli bir hikaye örgüsü ve aksiyon vaadi olan bir yapımdı.

Ancak 2021 yılında yayınlanan anime uyarlaması, ne yazık ki kaynak materyale ve genel olarak anime sanatına karşı büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Stüdyo Visual Flight tarafından hazırlanan anime, neredeyse evrensel bir şekilde tüm zamanların en kötü anime uyarlamalarından biri olarak kabul gördü. Bunun en temel nedeni, korkunç derecede kalitesiz CGI animasyonuydu. Karakter modellemeleri kaba ve detaysızdı, hareketler inanılmaz derecede kütük gibi ve yapaydı, yüz ifadeleri ise genellikle anlamsız ya da istenmeden komik bir hal alıyordu. Aksiyon sahneleri takip etmesi zor, görsel olarak rahatsız edici ve her türlü akıcılıktan yoksundu. Pek çok izleyici, animasyonu eski nesil video oyun grafiklerine veya amatör çalışmalara benzetti.

Sorunlar sadece teknik yetersizlikle de sınırlı kalmadı. Kötü yönetmenlik, anlamsız kamera açıları ve hikaye anlatımındaki tutarsızlıklar, zaten zayıf olan görsel sunumu daha da baltaladı. Ex-Arm animesi, kısa sürede anime toplulukları arasında alay konusu haline geldi ve sayısız “meme” malzemesi üretti. Kaynak mangayı sevenler için büyük bir saygısızlık olarak görülen bu yapım, genel izleyici içinse katlanılması zor bir deneyim sundu. Bu sebeplerle Ex-Arm, “kötü anime uyarlaması” listemizde tartışmasız bir şekilde yerini alıyor.

Record of Ragnarok: Epik Dövüşlerin Gölgesinde Kalan "Slayt Gösterisi" Animasyonu

Record of Ragnarok Anime

Shinya Umemaru ve Takumi Fukui’nin yazdığı, Ajichika’nın çizdiği Record of Ragnarok mangası, insanlığın kaderinin tanrılar tarafından sonlandırılmasına karar verildiği bir ortamda geçer. Ancak Valkyrie Brunhilde’nin son bir şans olarak önerdiği Ragnarok turnuvasıyla insanlığa bir umut doğar: Tarihin en güçlü 13 insanı, 13 kudretli tanrıya karşı teke tek mücadele edecektir. Manga, bu epik ve yüksek tempolu dövüşleri, farklı mitolojilerden ve tarihten gelen tanınmış figürlerin (Zeus, Thor, Adem gibi) özgün yorumlarını ve Ajichika’nın detaylı, dinamik çizimlerini merkeze alır. Her bir dövüş, karakterlerin trajik geçmişleri ve inanılmaz güç gösterileriyle okuyucuyu kendisine bağlamayı başarır.

Anime uyarlaması ise özellikle 2021’de yayınlanan ilk sezonuyla manganın hayranları arasında büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Manganın en büyük gücü olan o nefes kesen, akıcı ve sanatsal dövüş sahneler, animede ne yazık ki son derece sınırlı bir animasyonla sunuldu. Pek çok izleyici, animasyonu “slayt gösterisi” veya “PowerPoint sunumu” gibi ifadelerle eleştirdi. Karakterlerin hareketleri çoğunlukla durağan pozlar ve bu pozlar üzerinden yapılan kamera kaydırmalarıyla geçiştirildi. Ajichika’nın o detaylı ve enerjik çizim tarzının ve dövüşlerin yaratığı o yoğun heyecanın animede neredeyse tamamen kaybolduğu görüldü.

Animasyon kalitesindeki bu bariz düşüklük, Record of Ragnarok gibi tamamen dövüş ve aksiyon üzerine kurulu bir serinin ana cazibesini baltaladı. Sahnelerdeki akıcılık ve etki eksikliği, manganın yarattığı o “epik kapışma” hissini vermekten çok uzaktı. Sonraki sezonlarda animasyon kalitesinde kısmi iyileşmeler görülse de ilk sezonun yarattığı olumsuz etki ve genel olarak manganın görsel şölenini tam anlamıyla yansıtmaması nedeniyle Record of Ragnarok anime uyarlaması, potansiyelini yeterince kullanamayan ve eleştirilen bir yapım olarak listemizde yerini buluyor.

Noblesse: Yüzlerce Bölümlük Webtoon'un Hızlandırılmış ve Kırpılmış Anime Deneyimi

Noblesse Anime

Son Jeho’nun yazdığı ve Lee Kwangsu’nun çizdiği Güney Kore webtoonu Noblesse, doğaüstü aksiyon ve modern fanteziyi bir araya getiren son derece popüler bir eserdir. Hikaye, 820 yıllık uykusundan uyanan Cadis Etrama Di Raizel (kısaca Rai) adında güçlü ve asil bir varlığın günümüz Güney Kore’sinde lise hayatına başlamasıyla açılır. Rai’ye sadık hizmetkarı Frankenstein eşlik ederken, ikili hem modern dünyanın gariplikleriyle hem de “Birlik” adı verilen gizemli bir organizasyonla mücadele etmek zorunda kalır. Noblesse webtoonu, Rai’nin karizmatik ve mesafeli kişiliği, Frankenstein’in güçlü ve esprili karakteri, ilginç yan karakterler, benzersiz dünya yapısı ve şık aksiyon sahneleriyle milyonlarca okuyucu tarafından sevilmiştir.

Bu denli sevilen ve uzun soluklu bir webtoonun anime uyarlaması da büyük bir merakla bekleniyordu. 2020 yılında Production I.G tarafından yayınlanan 13 bölümlük TV anime serisi, ne yazık ki kaynak materyalin zenginliğini ve derinliğini ekranlara taşımakta büyük ölçüde yetersiz kaldı. En büyük ve yaygın eleştiri, animenin yüzlerce webtoon bölümünü kapsayan devasa bir hikayeyi sadece 13 bölüme sığdırmaya çalışmasıydı. Bu durum, kaçınılmaz olarak hikayenin inanılmaz derecede aceleye getirilmesine, sayısız önemli karakter gelişiminin, dünya inşa detayının, komik anın ve duygusal nüansın kesilmesine veya yüzeysel geçilmesine neden oldu.

Animeyi webtoonu bilmeden izleyenler için olay örgüsü sık sık kopuk ve kafa karıştırıcı hale geldi. Webtoon hayranları ise sevdikleri hikayenin ve karakterlerin bu denli budanmış olmasına büyük tepki gösterdi. Daha önce yayınlanan kısa OVA “Noblesse: Awakening”in, hikayenin başlangıcını daha sadık bir şekilde aktardığı düşünülerken, TV serisi genel olarak potansiyelini kullanamayan, aceleci bir uyarlama olarak hayal kırıklığı yarattı. Bu nedenle Noblesse, popüler bir eserin yanlış adaptasyon stratejisiyle nasıl yetersiz kalabileceğinin bir örneği olarak listemizde yer alıyor.

Pupa: Sansürün ve Kötü Prodüksiyonun Kurbanı Bir Korku Denemesi

Pupa Anime

Sayaka Mogi’nin kaleminden çıkan Pupa mangası, Utsutsu ve Yume Hasegawa adında iki kardeşin trajik ve korkunç hikayesini anlatır. Küçük kız kardeş Yume, insanları yiyen bir canavara dönüşmesine neden olan gizemli “Pupa” virüsüne yakalanır. Ağabeyi Utsutsu ise inanılmaz bir yenilenme yeteneği kazanır ve kız kardeşinin bu canavarca açlığını bastırmak, onu korumak ve hayatta tutmak için kendi bedenini ona canlı yem olarak sunar. Manga, bu rahatsız edici önermesi, grotesk vücut korkusu temaları ve kardeşler arasındaki umutsuz bağ ile okuyucularına karanlık bir deneyim sunmayı hedefler.

Ancak 2014 yılında Studio Deen tarafından yapılan anime uyarlaması, bu potansiyeli korkunç bir şekilde heba etmiştir. Anime, öncelikle her biri sadece yaklaşık üç-dört dakika uzunluğunda olan aşırı kısa bölümlerden oluşuyordu. Bu kısa süre, hikayenin herhangi bir derinlik kazanmasını veya karakterlerin düzgün bir şekilde tanıtılmasını imkansız hale getirdi. Daha da kötüsü, manganın en çarpıcı ve dehşet verici unsurları olan kan, vahşet ve grotesk görüntüler animede aşırı ve çoğu zaman anlamsız bir sansüre maruz kaldı. Siyah ekranlar, gölgeler veya konudan alakasız görüntülerle kapatılan sahneler, olayların anlaşılmasını zorlaştırdı ve korku unsurunu tamamen yok etti.

Bu ağır sansür ve aşırı kısa bölüm süresi; hikayenin paramparça olmasına, olay örgüsünün takip edilemez bir hal almasına ve karakter motivasyonlarının kaybolmasına neden oldu. Animasyon ve genel prodüksiyon kalitesi de oldukça zayıftı. Sonuç olarak Pupa animesi, kaynak materyalin sunduğu rahatsız edici atmosferi ve trajediyi yansıtmak yerine, izleyicilere kafa karıştırıcı, eksik ve anlamsız bir deneyim sundu. Tüm zamanların en kötü anime uyarlamalarından biri olarak kabul edilen ve eleştirmenlerden ve izleyicilerden çok düşük notlar alan Pupa, listemizde “gerçek fiyasko” olarak hak ettiği yeri buluyor.

The Seven Deadly Sins: Efsanenin Çöküşü: Son Sezonlardaki Animasyon Fiyaskosu

Nanatsu no Taisai Escanor vs Meloidas fiyaskosu

Nakaba Suzuki tarafından yaratılan The Seven Deadly Sins mangası, fantastik macera ve shonen türlerini harmanlayarak dünya çapında büyük bir popülariteye ulaştı. Yedi Ölümcül Günah olarak bilinen efsanevi şövalyelerin, Britanya’yı tehdit eden şeytani güçlere karşı mücadelesini konu alan seri, renkli karakterleri, epik dövüşleri ve duygusal anlarıyla geniş bir kitleyi kendine bağladı. Animenin A-1 Pictures tarafından hazırlanan ilk iki sezonu da genel olarak bu başarıyı devam ettirmiş, manganın enerjisini ve sevilen karakterlerini başarılı bir şekilde ekranlara taşımıştı.

Ancak ne yazık ki, serinin anime uyarlamasındaki bu olumlu hava, stüdyo değişikliğiyle birlikte özellikle 3. sezon olan Wrath of the Gods ile tepetaklak oldu. Studio Deen’in devraldığı bu sonraki sezonlar, animasyon kalitesindeki akıl almaz düşüşle adeta bir şok etkisi yarattı. Karakterler sık sık orantısız ve “off-model” çiziliyor, dövüş sahneleri inanılmaz derecede durağan, akıcılıktan yoksun ve etkisiz kalıyordu. Manganın o epik ve hareketli anları, animede adeta can çekişen, kaba çizimlerle geçiştirilmiş sahnelere dönüşmüştü. Özellikle Wrath of the Gods sezonundaki kanın beyaz veya karanlık lekelerle sansürlenmesi ise hem komik hem de rahatsız edici bir görüntü oluşturarak serinin ciddiyetini baltalıyordu.

Bu bariz prodüksiyon sorunları, The Seven Deadly Sins gibi aksiyonun ve görsel şölenin merkezde olduğu bir seri için affedilemez düzeydeydi. Manganın en önemli ve heyecanlı arkları bu kalitesiz sunumla heba oldu, hayranlar arasında büyük bir öfke ve hayal kırıklığına yol açtı. Sosyal medyada animasyon hataları ve kötü çizimler sıkça alay konusu haline geldi. Dolayısıyla, The Seven Deadly Sins‘in 3. sezon ve sonrası uyarlamaları, popüler bir serinin kötü prodüksiyon tercihleriyle nasıl bir fiyaskoya dönüşebileceğinin ders niteliğinde bir örneği olarak bu listedeki yerini tartışmasız bir şekilde alıyor.

Akame Ga Kill!: Manganın Acımasızlığından Sapan ve Tartışılan Bir Anime Finali

Akame Ga Kill Anime

Takahiro’nun yazdığı ve Tetsuya Tashiro’nun çizdiği Akame Ga Kill! mangası, yozlaşmış bir İmparatorluğa karşı savaşan “Night Raid” adlı suikastçı grubuna katılan genç Tatsumi’nin hikayesini anlatır. Seri, acımasız dünyası, önemli karakterleri bile beklenmedik anlarda kaybetmekten çekinmeyen yapısı, hızlı tempolu aksiyonu ve iktidarın yozlaşmasına dair eleştirileriyle dikkat çeker. Manga, karanlık fantezi ve trajedi unsurlarını başarıyla harmanlayarak kendi hayran kitlesini oluşturmuştur.

White Fox stüdyosu tarafından 2014’te yapılan anime uyarlaması, manganın ilk kısımlarını genel olarak kaynak materyale sadık bir şekilde ve manganın o karanlık, şiddet dolu atmosferini koruyarak ekranlara taşıdı. Bu ilk bölümler, aksiyonu ve karakterleri sunuş biçimiyle pek çok izleyici tarafından beğenildi. Ancak, anime üretildiği sırada manga henüz devam etmekteydi ve finaline ulaşmamıştı. Bu durum, animenin yaklaşık 19. bölümden itibaren mangadan önemli ölçüde ayrılarak tamamen animeye özgü bir olay örgüsü ve finalle sonlanmasına neden oldu.

Animenin bu orijinal sonu ve mangadan sapan olayları, özellikle manga okurları arasında büyük bir hayal kırıklığı ve tartışma yarattı. Pek çok ana karakterin kaderi mangadakinden farklı bir şekilde çizildi; bazıları animede ölürken mangada yaşamaya devam etti veya tam tersi durumlar yaşandı. İmparatorluğun ve ana kötülerin sonu gibi kilit olaylar da mangadaki anlatımdan farklıydı. Bu ayrışma, hikayenin aceleye getirildiği, bazı karakterlerin motivasyonlarının yeterince işlenmediği ve manganın ilerleyen bölümlerde sunduğu potansiyel derinliğe ulaşılamadığı eleştirilerine yol açtı. Dolayısıyla, Akame Ga Kill! animesi, iyi bir başlangıca rağmen kaynak materyalden saparak kendi finalini yaratması ve bu finalin manganın sunduğu zenginliğe kıyasla yetersiz bulunması nedeniyle “kötü uyarlama” listemizde yer almayı hak eden bir yapım olarak öne çıkıyor.

Claymore (Bonus Madde): Başarılı Bir Uyarlamanın Tartışmalı Anime Finali

Claymore Anime

orihiro Yagi’nin imzasını taşıyan Claymore mangası, karanlık fantezi türünün sevilen örneklerinden biridir. Yoma adı verilen canavarların ve onlarla savaşan yarı insan Claymore savaşçılarının acımasız dünyasını konu alan eser, başkarakter Clare’in mücadelesi ve Teresa gibi ikonik figürleriyle okuyucuları etkilemeyi başarmıştır. Madhouse stüdyosunun 2007’de yaptığı anime uyarlaması ise manganın bu karanlık atmosferini, güçlü kadın karakterlerini ve sürükleyici hikayesinin önemli bir bölümünü oldukça yüksek bir kaliteyle ve büyük bir sadakatle ekranlara taşımıştır. Animasyonları, sanat yönetimi ve manganın ruhuna uygun atmosferiyle, Claymore animesi aslında çok başarılı bir adaptasyon olarak kabul edilebilir.

Peki, böylesine iyi başlayan bir uyarlama neden “kötü anime uyarlamaları” listemizde bir “bonus” madde olarak yer alıyor? Sorun, animenin üretildiği dönemde manganın hala devam ediyor olmasından kaynaklanıyor. 26 bölümlük anime serisi, hikayeyi bir sonuca ulaştırmak adına son birkaç bölümünde mangadan ayrılarak tamamen animeye özgü bir finale yönelmek zorunda kaldı. Bu orijinal son, manganın ilerleyen zamanlarda sunduğu daha karmaşık olay örgüsünden ve karakter gelişimlerinden uzak, daha aceleye getirilmiş ve bazı kilit noktaları manganın çok daha detaylı ve tatmin edici çözümüne kıyasla daha basit bir şekilde ele aldı.

Bu nedenle Claymore, listemizdeki diğer “fiyasko” örneklerinden biraz farklı bir konumda. Genel olarak kaliteli ve sadık bir uyarlama olmasına rağmen, animeye özgü finali, kaynak materyalin tamamını bekleyen veya manganın derinliğini sonuna kadar görmek isteyen pek çok hayran için bir “keşke” olarak kalmıştır. Bu durum, devam eden popüler mangaların anime uyarlamalarının sıkça karşılaştığı bir ikilemi ve potansiyel bir hayal kırıklığı noktasını temsil ettiği için Claymore‘u “bonus” bir madde olarak anmak istedik. Tamamen kötü bir uyarlama olmasa da finali itibarıyla “tam olmamışlık” hissi bırakan önemli bir örnektir.

Soul Eater (Bonus Madde): Harika Bir Başlangıcın Gölgesinde Kalan Animeye Özgü Son

Soul Eater Anime Kapak

Atsushi Ohkubo’nun eşsiz hayal gücünden doğan Soul Eater mangası, gotik ve eğlenceli çizim stili, unutulmaz karakterleri ve “delilik” gibi derin temalarıyla kendine has bir yer edinmiştir. Studio Bones tarafından hayata geçirilen 2008-2009 yapımı anime uyarlaması ise manganın bu özgün dünyasını büyük bir başarıyla ekranlara taşımıştır. Özellikle manganın önemli bir bölümünü kapsayan ilk kısımlarında, animasyon kalitesi, sanatsal yönetim, akılda kalıcı müzikleri ve karakterlere hayat veren seslendirmeleriyle Soul Eater animesi, hem eleştirmenlerden hem de izleyicilerden tam not almış, türünün en sevilen örneklerinden biri haline gelmiştir. Maka, Soul, Black Star, Tsubaki, Death the Kid ve diğer karakterlerin maceraları, animenin sadık ve enerjik sunumuyla milyonların beğenisini kazanmıştır.

Peki, bu kadar övgü alan bir yapım neden listemizde “bonus” bir madde olarak yer alıyor? Cevap, animenin üretildiği dönemde manganın henüz tamamlanmamış olmasında gizli. 51 bölümlük anime serisi, hikayeye bir son nokta koyabilmek adına son bölümlerinde mangadan ayrılarak animeye özgü bir olay örgüsü ve final geliştirmek durumunda kaldı. Bu orijinal final, Kishin Asura ile olan nihai mücadeleyi animenin kendi koşulları içinde bir çözüme ulaştırdı ve o dönem için izleyicilere bir kapanış sundu.

Soul Eater animesini “bonus” olarak anmamızın sebebi de tam olarak bu. Anime, genel olarak kaynak materyale son derece sadık ve yüksek kalitede bir uyarlama olmasına rağmen, animeye özgü finali, manganın yıllar sonra gelen ve pek çok okuyucu tarafından daha derinlikli ve tatmin edici bulunan kendi finaliyle kıyaslandığında farklı bir tat bırakmıştır. Animenin finali, manganın karmaşık temalarını ve karakter yolculuklarını daha basitleştirilmiş bir şekilde ele aldığı yönünde eleştiriler almıştır. Bu durum, Soul Eater‘ı “kötü bir uyarlama” yapmaz; ancak devam eden bir manganın animeye uyarlandığında karşılaşılan “farklı sonlar” ikileminin ve manga okurlarının beklentilerinin ne denli önemli olduğunun altını çizen, dikkate değer bir “özel durum” olarak listemizde bonus bir alkışı hak ediyor.

Sonuç

Bir manga serüveninin ardından gelen anime uyarlaması haberi, bizler için her zaman büyük bir heyecan kaynağı olmuştur. Sevdiğimiz karakterlerin canlandığını, o unutulmaz sahnelerin hareketlendiğini görmek paha biçilemez bir keyiftir. Başarılı bir adaptasyon, kaynak eserin büyüsünü daha da artırırken, ne yazık ki bu listede incelediğimiz örneklerde olduğu gibi bazı uyarlamalar da hayal kırıklığıyla sonuçlanabiliyor. Gördüğümüz gibi, bir anime uyarlamasının “kötü” olarak nitelendirilmesinin pek çok farklı sebebi olabiliyor: Kaynak materyale sadık kalmamak, hikayeyi aceleye getirmek, karakterlerin derinliğini yansıtamamak, teknik yetersizlikler veya en basiti, manganın o eşsiz ruhunu ekrana taşıyamamak…

Bu listede yer alan 10 ana seri ve 2 bonus örneğimiz, anime endüstrisinin zaman zaman nasıl tökezleyebileceğini, büyük potansiyellerin nasıl yanlış kararlarla heba edilebileceğini gösteren çarpıcı örneklerdi. Her birinin arkasında, hayranların hayal kırıklığına uğramış beklentileri ve “keşke farklı olsaydı” dilekleri yatıyor. Elbette, bu liste tamamen kişisel zevklere veya farklı deneyimlere göre değişiklik gösterebilir. Zaten amacımız da kesin bir “en kötüler” listesi sunmaktan ziyade, bu talihsiz uyarlamaların neden ve nasıl bu kadar tepki çektiğini irdelemekti.

Peki siz bu liste hakkında ne düşünüyorsunuz? Katıldığınız veya katılmadığınız seriler var mı? Sizin için “gerçek bir fiyasko” olan ama bu listede yer almayan başka anime uyarlamaları oldu mu? Düşüncelerinizi, eleştirilerinizi ve kendi “keşke hiç yapılmasaydı” dediğiniz anime uyarlamalarını yorumlarda bizimle paylaşmaktan çekinmeyin. Unutmayalım ki, tüm bu eleştirilere rağmen, iyi anime uyarlamaları da yapılmaya devam ediyor ve her zaman o mükemmel adaptasyonu bulma umudumuz var!

0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Benzer İçerikler

0
Would love your thoughts, please comment.x